Geçenlerde kapı çaldı. ( Çok salak bir cümle bu... Sanki kapı 20-25 günde bir çalıyor.)
Neyse, diyafondan "Postaaa." sesi gelince açtım. Asansörden çıkan postacının elinde resmî zarfı ve adamın imzalamam için uzattığı taahhütlü mektup alındısını görünce "Hayırlısı." bakalım diyerek zarfı aldım.
Kapıyı kapatırken zarfın üzerine şöyle bir göz attığımda, hem firmamın adını hem de "bilmem kaçıncı icra mahkemesi - haciz karar tebliği" yazısını gördüm ve ateş bastı...
Kardeşim, hayatımda böyle bir şey yaşamadım ben...
"Lan nedir bu, ne hacizi, ne icrası, ne mahkemesi...?"
Titreyen ellerimle açtım zarfı...
Gözüm istemsiz olarak ilk önce parayı gördü; 53.000 Lira... Ohaaa... Nası'yâni?
Kime takmış olabilirim? Ya da kim bana takmış? Öyle kefilliğim vs'de yok...
Du'bakali...
Sakinleştim önce... Gittim bir koltuğa oturdum ve yazıyı dikkatli bir şekilde okudum...
Meğerse...
Meğer...
Meğğğ..
Eğğğ, şimdi olay şöyle gelişmiş...
Uzun yıllardır mal aldığım Aydın'lı bir firma, Karadeniz bölgesindeki bir başka firmaya olan borcunu ödememiş. Bunun üzerine Karadeniz'li firmanın avukatları Aydın'a hacize gitmişler. Hacizi gerçekleştirirken, masaların üzerinde bulunan bayram, yılbaşı tebrikleri için tutulan adres defterini de almışlar...
Sonra efenim demişler ki;
"Bu adamların muhtemel bu adreslerdeki firmalardan alacakları da olabilir. Hepsine yazı yazalım. Eğer bu insanların ya da firmaların Aydın'lı bu firmaya borçları varsa bu paraları haciz gelen firmaya değil, icra dairesine ödesinler ki biz de alacağımızı tahsil edelim..."
Bunun da hukukta bi ismi varmış ama unuttum şimdi. Herneyse...
Tabi rahatladım ben ilk anda...
Sonra baktım kağıdın altına, üstüne... Avukatlık bürosunun ismi var ama telefonu yok. Gugıl'a sordum. Cevap geldi. Aradım. Bir kız çıktı, anlattım derdimi... "Bi dakka, ben sizi falanca beye bağlayayım..." dedi, tam beklediğim gibi.
Ona da anlattım, o da "bi dakka bu işe filânca bey bakıyor, sizi ona yönlendiriyorum." dedi, tam beklediğim gibi.
Filânca bey, beni dinledikten sonra konuşmaya başladı.
"Bunları yapmak zorundalarmış. Alacak tahsili için her türlü yolu deniyorlarmış, ya benim Aydın'a borcum olsaymış, işte o parayı ben Aydın'a değil, icra müdürlüğüne ödeyecekmişim filan, fülün..."
"Avukat abi, şimdi ben ne yapçam peki?"
"Çok basit beyefendi, ben size Aydın firması ile aranızda şu anda bir alacak verecek olmadığını anlatan bir dilekçe örneği yazdırıcam. Bunu iki nüsha olarak yapın. Adliyeye gidin, ilgili icra mahkemesini bulun, dosyanızın içine koydurun."
"Sayın avukat Abi, ben bunu ne zaman yapçam peki?"
"Yedi iş günü içinde yapmazsanız, sorumlu duruma düşersiniz."
"Sayın Avukat abi... İnsanların işi gücü var, Hava da manyak sıcak... Şimdi ben iş güç bi kenara, bunlarla uğraşmak durumunda mıyım?"
"Ne yazık ki evet, beyefendi..."
"Vay a.q., sayın avukat abi... Şimdi ben, hiç bir suçum ve borcum olmadığı halde, sadece hacize gidilen firmanın adres defterinde adım var diye, işi gücü bırakıp hayatımda girmediğim Bayraklı adliyesinde icra müdürlüklerinde dosyalar arattırıp, kendimi temize çıkartmak için uğraşıcam, öyle mi?
"Hımmm, evet..."
-----------------------------------------
Aynı gün yazı hazırlanır.
İşe başlamadan önceki rutuma Bayraklı adliyesi de alınır.
Büyük arabayla gittiğim için araç garaja giremediğinden kapının önündeki polisten bekleme için tartışmalı bir izin koparılır...
Koca adliyenin labirent koridorlarında bilmem kaçıncı icra müdürlüğü aranır.
Tam o sırada çok sevdiğim ve eski bir akrabam olan avukat görülür.
"Anaaa.. sen benden habersiz buralara geliyosun haaa? Ver bakiim, neymiş derdin?" diye fırça yenilir.
"Bu evrak 3 nüsha olmalıydı, sen şuradan bi fotokopi daha çek gel, ben o sırada şuradaki odadan dosyanı çıkartayım." cümlesi duyulunca rahatlanılır.
İcra kalemine girdiğimde, o kalabalığın içinde, Avukatımın :))) , dosyayı çoktan bulduğu ve işlemi neredeyse bitirdiği görülür...
Öpüşülür, ayrılınır...
Bu olay da benim kanunlara saygılı, hürmetkâr bir T.C. vatandaşı olarak, "Ben z.çtım, sen temizle" başlıklı anılarımın içindeki yerini alır.